Pages

17 Şubat 2011 Perşembe

♣ tesadüfüm yok benim!

ne çok kullanıldı şu sıra bu tesadüf kelimesi...can sıkıcı bir boyut almaya başladı hatta ben ve dostlarım nezdinde...




aralık ayıydı sanırım ...ömer faruk sorak hımmm  olabilir...bir ankara filmi...gitmek şart buna...mehmet günsur oynuyormuş...abiiiiiiiiiiiiii kesinlikle gidiyorum! diye hemen notumu almıştım taaa aralık ayında bir sonraki sene kullanacağım ajandama!


spoilerlık yapmayacağım hala gidip görme olasılığınız var muhtemelen...gittim gördüm...g1., g2., ve a. ile...g1'in galatadaki evine vardığımda o hala bu aralar pek bir sardırdığı kore dizileri kervanında son gözdesinin son bölümünün son 20 dkkasında idi...onu beklerken biraz kedilere dadandım biraz nane limonumdan yudumladım...güneş burnuma burnuma vuruyordu tüm bu zaman zarfında...


kıyasıya bir rekabetle vardığımız şişhane metrosundan osmanbeye giderken yolda karşımıza boy boy, cins cins asyalının çıkması ve diplerine girip koreli mi acaba diye gülüşmelerimiz bir tesadüf değildi...fazla içiçe olduğumuz için bu sıra enerjimiz karşımıza çıkarıyordu onları...


city's in sinemasında karşılaştıımız bir takım celebrity'ler city's in yadsınamaz gerçekliğinden kelli tesadüfe delalet değildi...


g2nin mehmet ölmezse ağlamam demesinin üzerine mehmetin ölmemesi de***uppps!*** bünyemizin mehmetin ölmemesi gerektiğine ihtiyacındandı...yani benim cidden tesadüfüm yok a dostlar...


herşey bir nedenden ya da bir enerjiden ötürü orada...


örneğin bir gece öncesinde; benim, farklı iki gerçekliği; her ikisi de gerçekmiş gibi...ne kokularda ne seslerde ne de herhangi bir algımda bir eksiklik olmadan, inanmam ama sırası geldiğinde, birşekilde birinden uyanmama dair verdiğim demecin ardından, aylardır erteleyip de sonunda mumbai'de oturup inception'a izlemem ve birilerinin bir yerlerde benimle aynı şeyleri yşayıp bunu rüya diye adledip kalkıp filmini yapması hiç de tesadüf değil...aksine deli olmadığımın düpedüz kanıtı değil de yaa ne?


akabinde bir yerlerde oturduk v ve y ile yorgunluktan ölünesi geçirilen bir gecenin ve günün ardından hangover ı izledik...ben uyuyakaldımsa da filmin sonunda uyandım :D pek birşey kaçırmamışım keza rüyamda da film devam ediyordu...


hangover ın öncesinde aylardır zaman arayıp beklettiğim step up 3d yi izledik...dünya üzerindeki tüm dans filmlerini izlediğimi iddia edebilirim...filmleri bulmaya ciddi vakit ayırıyorum...bilenler bilir...kapı gıcırtısına bile sallanmaya başladığımından, hani hep derim ya insanların tutkuyla bağladıkları bir birşeyler muhakkak var da benim niye yok diye...dans hayatımın heranında olan birşey olduğundan onun tutku değil ama tarz meselesi olduğu kanaatindeydim kendim için ama tutku gerekiyorsa bir yerlerden o benim için dans....


vee bakın bakın tesadüfe bakın ki yıllardır sırtımda duran manasız harflerin benim için bundan sonra birşeyler ifade etmeye başalaması filmi izledikten sonraya tekbül ediyor...ne tesadüfü bee...hem uygun bir zaman hemnde duruma uygun bir fikir...her biri 7 cm olan B,O,R ve N harflerinin altına from a boombox yazdırmak çok eğlenceli olacağa benziyor...tasarımla ilgili çok hain fikirlerim var ee zaten yarın ankaraya gidiyorum...bu vesileyle taslağını çizdirip bir heyecanla yaptıradabilirim...du bi gidip geleyimde soncu görürsünüz zaten...v. jukebox yzdırmanın daha havalı olduğu kanaatinde ama bana jukeboxlardan anısı olan şarkılar çalar ve o şarkılar hep vals yapılası şarkılardır gibi geliyor...oysa boombox bana daha uygun...adı üstünde boomboxlardan boooom boooommm baooouwww diye sesler çıkar sanki....


insanlar şarkılar seni söyler derken, birilerine birşeyler anımsatan şarkılar hep ağlak, vay anamm nasıl da gittin beni bırakıp şarkılarıyken, günlük hayatımda yavaş yavaş gezinen şarkılarımın aksine bana birşeyler anımsatan şarkılar hep şübip dübap baaaaa.... örneğin; black eyed peas'ın meet me halfway'i karlı kışlı bir dönüş yolu yeni başlangıçlar, beyonce'nin sweet dream beautiful nightmare'i belki yalan belki gerçek belki saçma verilmiş kararlar üzerine değişen hayatım, j. timberlake'in carry out'u soğumak için duvarlara yapıştığımız bir gece de tıngırtılarını duyup saatlerce dans ettiğimiz o yalnız ama düşüncesiz vakitleri anımsatıyor...


şubat ayının ilk yarısı böyle; bir filmdi yok müzikti aman ne eğlendikli sohbetlerdi, eski dostlarla pudra renklerinde sıcak günler ve kuzenlerle kavuşmalar gibi palaz pandıraz geçti...doğal olarak işe gidişlerim ve dönüşlerim de aynı can hıraş yorgunluklara sevk etti beni...mumbai de yine dışarı çıkacak kimsele ryoktu ama otel değişmiş...ve bugüne kadar kaldığım en iyi oteldi diyebilirim...19 saat uyanmadan uyumuş olmam ve odadaki dvd'yi görünce sevincimi saklamaya uğraşmadan "hell yeahhhh" çığlıklıklarım....o yüzden bu yılın en iyi oteli ödülü kesinlikle bandra kurla mumbai trident otelinindir....(yazıyla nokta)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder