Pages

13 Eylül 2012 Perşembe

♣ bütün bir yaz;

pera güzel sanatlar akademisi yıl sonu oyunu
-KÖRLER-

kalamış marina -GUARANA- keyfi
hayal kahvesi -ERDEM AKAKCE's band-

genel seul gezmeleri

genel seul yemeleri

one love

ayasofya hürrem sultan hamamı

morning jazz sessions -moe joe

pera güzel sanatlar akademisi,yıl sonu gösterileri
 -AKDENİZ-

cunda; şarap içmeleri

cunda; meze doymaları
cunda ADALİ PANSİYON yatıları

cunda değirmen görmeleri


cunda LOR TATLISI bayılmaları

ve daha fazlası ile geldiiiiiii ve geçtiiiiiii!

17 Temmuz 2012 Salı

♣ her derde deva

delhi ile mumbai diye diye ömrüm çürüdü bir göndermediler. tabiysideğğğ hint milletinin kara kaşı kara gözüne ve bol mide kaldıran kokusuna hayran olduğumdan değil arkadaş; işim gücüm var. o işlerden biri de kailas jeevan.  kendisi her derde deva bir pomad olmasıyla gönüllerimize taht kurmuş bir alamet-i farika. faydalarını  say say bitiremem diye düşünüyordum ve sonunda aldım kullanma kılavuzunu çevirdim. sırf sen oku da bil gör diye valla bak. k.k. diyor ki; basur, fistül, kızarıklık, güneş yanığı, sistit, böcek ısırması, kaynayan sıvılarca yanma, soğuk ısırması, dişeti iltihabı, idrar yollarında iltihaplanma, açık yaralarda iltihaplanma, öksürük, kabızlık, ishal, sivilce tedavisi, cilt pütürlenmesi, bağırsak kurdu, alerjik ateş, pişik, göz iltihabı, göz kızarması, kesik ve düzensiz yaralanmalar da kullanılabilirmiş bu ayurvedik deva.

harici uygulandığı gibi dahili olarak da kullanabiliyorsunuz. büyüklerde bir çay kaşığı, 4-12 yaş çocuklarda çay kaşığının yarısına şeker ya da sakızla tadı seyreltilerek yiyebilir, pamuk ile uygulayabilir, kendi uzun aparatı -kiş sanırım basur da kullanılıyor bu, kulak burun gibi delikler için de uygun olabilir-nın yanı sıra bel ve göğsünüze bandaj yaparak öksürüğünüzü rahatlatabilirsiniz.

ben öyle haybeden; herkes alıyor madem, alayım da evde 1 tane bulunsun diye almıştım.45 rupinin 1 dolar yaptığı varsayılırsa krem kutusunda olanı 30, kavanozda olanı 50 rupi ederinde. tüm eczanelerde bulabilirsiniz.

nasıl kullandım: bangkok otellerinin birinin havlularından egzama gibi bir şey kaptım. omzumda çıkan bu döküntüye ne ettim ne yaptım geçiremedim. aylarca kaşıya kaşıya da parmağımın ucu büyüklüğüne eriştirdim kendilerini. bir gün duştan çıktım, du bakalım cidden işe yarıyor mu diyerek biraz sürdüm. uyudum uyandım inanamadım. toplu iğne başı kadar kalmış. hemen bi duş alım yine sürdüm ve iki kullanımda aylardır geçiremediğim döküntüm geçmiş.

kızlar bilir. sürekli naylon çorap giymekten baldırlarda falan pütürlenmemsi bişiler çıkıyor ya. haa bi süre de onlar için kullandım oldukça başarılı idi.

çok farklı ülkelerde, farklı farklı tuvaletler kullanmaktan olsa gerek, şu ahir ömrümde hiç başıma gelmeyen ey oldu ve sistit oldum. alerjik bi insan olduğumdan ilaç kullanamadım. bol su ve günde 25 kere don değiştirmedir ne bileyim sürekli bir vajinal hijyendir ile geçirmeye çalıştım cam kırığı işeme sendromumu. duuu dedim şunu bir yiyeyim. küf gibi rutubet gibi bir kokusu var tadı da tam öyle. üzerine bol bol su içtim ki ağzım eski tadına dönsün. o kadar suyun üzerine ilk tuvalete çıkışım cennetten kopmuş gelmiş gibi idi.

böyleyken böyle. bitti ama kailas jeevanım. evimin direği. canparem. şimdi gözüm yolda bir mumbai bir delhi göreyim diye bekliyorum. tavsiye ederim şahane. sivilcesi olan kızlar da pek memnun imiş diye duyumlar alıyorum bilginize (=^.^=)

5 Haziran 2012 Salı

♣ KÖR/BLIND by DAGHAN IS



We're the most alone while in a crowd. We're bloated the most when there isn't room for yet a toothpick on a table. Our most elder comes into being after oppressing our youngest. And when our youngest is ready to give up a limb, they grow! The safest place are those arms. Insecurity is the name given to love even when love is still present. The one with the most patience will pull teeth, wheras the least patient will drum fingers on a table. While our most faithful will shy to gaze into a mirror, the one yelling "We don't exist" will catch them in the air.Our blind see. The unblind don't even look. While our masters free our binds, those killed for freedom will spit on the graves of those who died for freedom. While the bravest don their armor, our most cowardly will hiding behind a lanky tree. We run to those who scream the loudest. Perhaps it's the silent ones who are suffering more, we cannot know.We hear the most in pure silence. The deafest is the one who talks the most.Those content with less always have a store under the pillow. One who puts palms into another palm will bleed.Widths to heights, heights to widths..The ones with sight are blind, and while our blind are laughing, I get very bored..

20 Mayıs 2012 Pazar

♣ gastronomik hareketler bunlar! vol.III


uzun uzun postlar yazmaya ben bayıldığımdan ama insanların bunları okumak gibi bir sabıra sahip olmadığına inandığımda böle böle yazıyorum şu sıra herşeyi :D

şarap güzel muhabbetlerin ortağı bence. öyle her an her yerde şarap içebilen insanları da pek anlamam. yemekle falan içmekten de hoşlanmam zaten. gerçi ben yemekle bişi içmekten hoşlanmam. tadları bulamaç haline geliyor ve bişi anlamıyorum :D yemekten sonra sabaha kadar muhabbet edilecekse ama şaraptan başkasını da düşünemiyorum. bu yüzden yine kendim gibi muhabbet tellalı bir tanışın tavsiyesi üzerine kendisiyle beraber galata semalarına uzandık. özellikle sakin ve keyifli olması açısından bir haftaiçi öğleden sonrasını tercih ederek daldık SENSUS'a. tercihi kendisine bırakmakla doğru bir karar vererek yerli bir kırmızı şaraba, peynir tabağımızı eşlik ettirerek; keyifli zamanlar geçirdik. ağırlıkla turistlerin ve iş çıkışı stress atma meraklısı beyaz yakalıların teşrif ettiği sevimli bir mahzen olarak anılarımızda yer etti.


diğer mekanımız seul dolaylarından. jonggak yakınlarında SANTA FE. tamamen tesadüf eseri içeri bir bakıp; "hımmm burası iyiymiş yahu!" şeklinde icabet ettiğimiz mekanın SENSUS'tan tek farkı, seulde olması, şarap seçkisi hususunda biraz daha kısır olması ama hitap ettiği zümre yönünden benzerler. ekstradan korelilerin mekan ve vitrin giydirmedeki muazzam özenleri mekanda da göze çarpan bir konu. konsept olarak bana çapamarka zamanlardan; jokecollege'a anımsattı. ilginç olan; daha 10 saat öncesine kadar adını dahi bilmediğim bir hatunla, anıları yaad etmek, hatalardan ders almak, gelecek güzel günleri hayallerle süslemek ve tüm kadınlarını aynı paydada buluşturan o rezil adamlara ağız dolusu sövmeye iki kişi devam etmekti. ve bir kez daha anladım. yaşanmamış, söylenmemiş, filme çekilmemiş, sözü yazılmamış bir şarkı dahi kalmadı. herşey yaşandı. ve birbirinin aynı şeylerdi. sadece karakterler biraz uzun, biraz kısa, biraz sarışın, biraz esmer, biraz tombul, çokca zayıf, kimi zaman kör'dü :D

TAVANARASI asmalı'da oldukça ben oldukça sen biraz da biz bir mekan. hani evde yapmaya üşenip canının çektiği bişiler olur ya...hah işte onları yemeye gidilecek bir yer. duvarlar, raflar ve hatta bazen menüde yazan küçük ayrıntılar, ağzınızda keyifli bir tat bırakıyor. yemek yemeden içilinemeyen güzel mekanlardan.iş çıkışından ziyade öğlen saatlerini tercih ettik biz yine tenha olması açısından. aksi takdirde kimkime dumduma olduğundan hiç şüphem yok. biraz ışıksız ama rahatsız etmiyor. minicik balkonunda çekerken sigara dumanımızı içimize hem misafirlerle hem de mekan sahibi ile gündelik keyifli muhabbetler etme fırsatı bulduk. havalar da bir ısınmadı ya da ah ne sıcak olacak bu yaz gibisinden. yemeklere söyleyecek söz bulamıyorum. beni oldukça tatmin ettiler keza. mantarlı kaşarlı et soteden geçtim bir dahaki sefere muhtemelen patlıcanlı olanını denerim güvecin :D

son durağımız ÖZGÜR ŞEF, kalamış marina'da geçirilmiş muazzam keyifli bir sabahın ardından, gerek deniz gerek yelkenin tavan yaptırdığı adrenalinin üzerine zil çalan karınlarımızı attığımız bir mekan oldu. bu sebepledir ki yediklerimizi, içtiklerimizi fotoğraflamaya vakit bile bulamadan tükettik. aslında b. nin bir iskambil turnuvası sonrası t-bone steak sözüne istinaden gidilesi mekanlar listemize girmişti ama bugüne kısmetmiş. alelade gittik. ne yiyeceğimizi bile bilmeden ama pek keyifli garsonları ve aşçıları bizi oldukça efektif yönlendirdiler. zaten mönü olmadığından açılışı salata ve füme ile yaparak ortaya karışık devam ettik. salatanın içindeki cevizlerden bir tanesinin edepsiz kabuğu azı dişlerimden birinin yarısını aldı götürdü. mekan çalışanları bu duruma o kadar üzüldüler ki -benden bile çok- ne yapacaklarını bilemediler. ikramın, hürmetin bini bir para. muhtemelen, diğer masalarda oturan insanlar; "bunlar da kim yahu? bu kadar ilgi, hürmet görüyorlar" diye düşünmüşlerdir. yediklerimizin lezzeti bi yana iyi ağırladılar yahu bizi :D

♣ gastronomik hareketler bunlar! vol.II

bu çerçeveleme işine bayıldım... hatta teknolojinin en kolay çözdüğüm yanı sanırım fotoğrafla ilgili alanları :D aylardır bir gezme tozma ve yemek yeme uğraşısı içinde olduğumdan; oturup yazmaya pek vaktim olmadı, ama; hazır bu pazar yağmurdan, çamurdan; evde oturuyorum, hemen yazayım istedim (^____^)
ilk olayımız seul semalarından... bu neredeyse bi alışkanlık halini aldı. her sabah 6 buçuk dolaylarında uyanıyorum ve insanların noodle dediği ve fekat korecenek udong olarak adlandırdığımız ve cidden bağırsaklarımı muhteşem çalıştıran- hadi noodle olsun :D - noodledan koca bir tabak hazırlamak oluyor kendime. içine ne koyacağınızı, ne tür bir noodle istediğinizi, suyunun et mi tavuk mu pilav suyumu olacağına siz karar veriyorsunuz. ben bol soya filizi, biraz mantar biraz karides,pirinç noodle'ı ve et suyunun üzerine bol biber ve yeşil soğan ekleyerek seviyorum örneğin...guinness zaten favori biramız. akşam için ise;deniz ürünlerinden pilav ya da sizin suşi bizim kimbab demeyi tercih ettiğimiz roll'lardan, somon sarmalı kuşkonmazlardan ve kabuklu deniz ürünlerinden bir tabak hazırlamak işime geliyor :D


bazı zamanlar pilav ve deniz ürünlerinden gına geliyor ya da deniz ürünü yemeyen kimselerle yemeğe gitmek zorunda kalıyorum ve fast food yemediğim için ve seuldeyken kore yemeği yememenin aptallık olduğunu düşündüğümden kendimi cimdag'cıya atıyorum. tavuk, tatlı patates, salatalık, soğan ve havuçla kaynatılmış tatlı bir sosla, nengmyon dediğimiz şeffaf pirinç noodle'larından oluşan bir yemek cimdag ama sanırım japon mutfağından bir eser kendisi...hala emin değilim :D turp turşuları ve kimçi sofranın vazgeçilmezi. yemesi oldukça zor. çubuklarla vıjıtttt vıjıtttt efektiyle kayan noodleları yakalamak resmen bir meydan okuma...insanlar; sanırım yoruldukları için bu yarıştan doyduklarını düşünüyorlar :D

ve kore mutfağının en sevdiğim eseri.....SAMGYOBSAL... aslında ben domuz etinden ızgara yapmayı daha lezzetli bulsam da dana eti de bir tercih. fiyat olarak 600gr. domuz için 8.000 won öderken, olayınız dana ise 29.000 won'a dönüşüyor. tabi bu ortalama fiyatı. daha fazla ve daha ucuz opsiyonları da mevcut. bildiğimiz ocak başı muhabbetti. etler geliyor. önünüzdeki ocakta evire çevire pişiriyorsunuzç rakı muadili socularınız bol soğan, turşu,mücver muadili mezelerle tadından yenmiyor. özellikle türk mutfağına yakınlığı nedeniyle henüz samgyobsal -tabi dana eti- sevmeyen türk'e rastlamadım. etin sarımsak, kimyon, ve goçucang - kore biberi diyelim-gibi karışımlardan oluşan, özel soslarla marine edilmiş olması sanırım bambaşka bir lezzet katıyor...dolayısıyla yedikçe yiyesiniz  geliyor.

son olarak yine japon mu kore mi olduğundan emin olamadığım bir menü :D suşi olarak bildiğiniz tüm o zamazingolara biz çobab diyoruz. ve yine udongumuz - noodle çorbası diyeyim ben size tam olsun :D- mevcut menüde. socu- sake benzeri, pirinç rakısı diyeyim buna da -ile taçlandırıyoruz yine sofralarımızı. türkiye'de üç öküz parası eden - seuldeyse adam başı 5.000wona mal olan- bu yemekleri turp turşuları ve yosun çorbasıyla birlikte tüketiyoruz, fotoğrafımızda görüldüğü üzere. sarı sarı görünenler turp :D çobablar bir yana şu dünyada yemeyi en sevdiğim şey salamura sarımsak ve zencefil turşusu. zencefil turşusu garip bi olay. ya bayılıyorsun ya da " bu ne beeahhh çamaşır suyu gibi!" tepkilerle tiksintini dile getiriyorsun. ve bugüne kadar hiç ikisinden farklı bir tepki verenini görmedim :D

13 Mayıs 2012 Pazar

♣ uzupis anayasası

sevgili fahri babam; ayhan sicimoğlu, geçenlerde litvanya'yı geziyorken; vilnia nehri kıyısındaki, uzupis cumhuriyeti'nin san'at severliğinden dem vurdu. bir anda 41 maddelik anayasası çarptı gözüme programda. oldum olası severim böyle naif atraksiyonları, siz de görün istedim ve işte o anayasa;

♣ Everyone has the right to live by the River Vilnelė, while the River Vilnelė has the right to flow by everyone.
♣ Everyone has the right to hot water, heating in winter and a tiled roof.

♣ Everyone has the right to be idle.
♣ Everyone has the right to die, but it is not a duty.

♣ Everyone has the right to make mistakes.
♣ Everyone has the right to individuality.
♣ Everyone has the right to love.
♣ Everyone has the right to be not loved, but not necessarily.

♣ Everyone has the right not to be distinguished and famous.
♣ Everyone has the right to love and take care of a cat.

♣ Everyone has the right to look after a dog till one or the other dies.
♣ A dog has the right to be a dog.
♣ A cat is not obliged to love its master, but it must help him in difficult times.
♣ Everyone has the right to sometimes be unaware of his duties.
♣ Everyone has the right to be in doubt, but this is not a duty.
♣ Everyone has the right to be happy.
♣ Everyone has the right to be unhappy.
♣ Everyone has the right to be silent.
♣ Everyone has the right to have faith.
♣ No one has the right to violence.
♣ Everyone has the right to realize his negligibility and magnificence.
♣ Everyone has the right to encroach upon eternity.
♣ Everyone has the right to understand.
♣ Everyone has the right to understand nothing.
♣ Everyone has the right to be of various nationalities.
♣ Everyone has the right to celebrate or not to celebrate his birthday.
♣Everyone shall remember his name.
♣ Everyone may share what he possesses.
♣ No-one can share what he does not possess.
♣ Everyone has the right to have brothers, sisters and parents.
♣ Everyone is capable of independence.
♣ Everyone is responsible for his freedom.
♣ Everyone has the right to cry.
♣ Everyone has the right to be misunderstood.
♣ No-one has the right to make another person guilty.
♣ Everyone has the right to be personal.
♣Everyone has the right to have no rights.
♣ Everyone has the right to not be afraid.
♣ Do not defeat.
♣ Do not fight back.
♣ Do not surrender.

3 Şubat 2012 Cuma

♣ şangay notları vol.II Yu Garden










fotoğrafların rengiyle falan hiç oynamadım, çok bildiğimden değil zaten ya olduğu gibi koydum işte. gittiğimde gördüğüm manzara hiç hoşuma gitmemişti. telin etrafı gökdelenler ve ay takviminde yeni yıl kutlamaları akabinde tatil olduğundan olsa gerek bomboş yollardı. ama beklediğim ve görmek istediğim şangay tam olarak yu gardenmış. tam girerken gördüğüm giriş kapısından anlamıştım zaten ama içeride çocuklar gibi şendim.

hediyelik eşyalardan, magnetlere, adınızın çince yazılışlarından, mühürlere hatta hamurdan yapılmış kendi heykellerinize kadar herşeyi yu gardenda bulabilirsiniz. yine pazarlığın gözüne vurarak alabilirsiniz. gündüzünü de görün tabi ama gecesi muhteşem. trilyonluk makineleriyle insanlar deliler gibi fotoğraflar çekerken kendinize yer bulmakta biraz zorlanabilirsiniz ama turist olmak çok avantajlı. insanlar sizinle fotoğraf çektirmek için sıraya giriyorlar. hatta siz rahat rahat fotoğrafınızı çektirebilin diye etrafınıza set çekip insanların fotoğrafınızın önünden geçmesini bile engelliyorlar. şangayın en sevdiğim yeri olarak kalbime taht kurdun valla yu garden ne diyeyim :D

ayrıca uzun boyunun avantajı ve samimiyetiyle bana bu yolculukta eşlik eden sevgili şefim ekin ve ekip arkadaşım canan'a da öpücükler...(=^.^=)

♣ şangay notları vol.I








fotoğraflar için şef arkadaşım ömür özkan'a teşekkürü bir borç bilirim.

gelelim detaylara; en yenilebilir gelen ördeklerden sakın denemeyin, deneysel takılmak ve "amaaaaaaannnnnn bir daha mı geleceğiz dünyaya,yiyelim gitsin" cilerdenseniz isimlerin ve açıklamaların ingilizcesinin olmadığı menülerden isteyip fotoğraflardan seçim yapın.

mcdonalds, kfc ve türevlerine de güvenmeyin derim. çin mutfağından yiyecekseniz çok ucuza mal edebilirsiniz ama bence steakhouseları falan tercih edin.keza herşey çok ucuz zaten. ama etinizin bile et olmama ihtimalini unutmayın.

29 Ocak 2012 Pazar

♣ renkler mi solgun, fotoğraf mı eksik?

Runaway_Bride_by_pacsaman
günümüz kadınlarının en büyük sorunu ne biliyor musun? eğitim sürecini tamamlamış ve akabinde bir işe girmişlerse; evlenmek zorunda oldukları düşündürtülüyor...

evet evet...yani tv karşısında oturmuş saba tümer falan izlerken aklımızdan bunlar geçmiyor. saçlarımı mı kestirsem, bundan sonra kesinlikle üç beyazdan uzak duracağım, yarın ki toplantıda ne giyinsem ya da haftasonu kızlarla nerede buluşsak geçerken hoooooopppppp bir anda bir son dakika haberi ve "duydun mu ayşegül de evlenmiş" ayşegül de kim allasen? lisenin en gerizekalı ve şapşal kızı mıydı? evet evet oydu. bilgisayar mühendisi olacağım diye götünü kasıp mezuniyet ortalamalarının ağzına sıçan tuğba'nın ikinci çocuğuna hamile kalması ve dönem arkadaşlarının pilav günlerine çocuklarını getirmeleri ve sana "ahhh canım bunu da kimse almadı, beğenmedi" bakışlarının odağında; birşeyler yanlış mı gidiyor?

hemen evlenmeli miyim? evet evlenmeliyim...ama armudun sapı üzümün çöpü...eee yaş da geldi...bu saatten sonra bunları gözardı etsem de olur...adam seçme gibi bir lüksüm yok ilk kanımın kaynadığı adamla işe koyulsam; bahara nişan, yaza düğün,hoooooopppppp bir de çocuk...

heyyy heyyyy heyyyyyy! orada bir duralım lütfen...tamam düğünde, nişanda, istemede ne giyineceğimi kesinlikle biliyor olabilirim. nikah şahidim ortada bir adam olmadığı zamanların en başından beri belli olabilir. salondaki koltukların rengi, tabakların deseni, çarşafların markası...bunlar hep belirlenmiş olabilir. düğün yemeği, nikah ve balayı detayları da kesinlikle düşünülmüş olabilir ama ya gizli bekar alışkanlıklarım ne olacak?

üniversitedeyken; lisedeki en yakın arkadaşımla aynı evi paylaşmayı bile beceremeyip, ben evde yokken yatağıma yatırılan ayakları kusmuk gibi kokan bir kız yüzünden kanlı bıçaklı olmayı başarabilmişken ve herşeyden önemlisi ışıklı ortamlarda erkek görmekten nefret ederken bir de o adamın yanında tırnaklarımı kesip, double boy çilekli yoğurdumu kaşıklarken gerçekleşen dizi izleme seromonilerime ne olacak?

beni yargılayan insanlarla kesinlikle arkadaş olmama ve bu tip insanları kesinlikle evime sokmama kuralım -verilen bir partide arkadaşının arkadaşı etiketiyle bile olsa- varken bütün o kaynata, elti yok görümce insanlarına kek,poğaça yapmaya zorlanmak ya da regl dönemlerimde üzerime yapışan çamaşır sulu pijamalarım ne olacak?

ağdam geldiği ve canım dışarıya çıkmak istemediği için bugün kendimi iyi hissetmiyorum diyerekten ektiğim adam yanımda mı uyuyor olacak tüm o kıllı bacaklara,burma bıyıklara rağmen?

tv kumandasının, buzdolabının, çamaşır makinesinin ve en önemlisi yatağımın tüm hakimiyeti bendeyken bir kıl yumağı ve döl makinesi hükümdarlığımı nasıl paylaşacak?

çok sıkıldım diyelim; alıp başımı gittiğim afaki yollardan geriye bir sebeple mi dönmek zorunda kalacağım?

tamam düğünü yapalım, gelinliği falan giyeyim, şık bir davetle legal seks yapacağımızı tüm cihana afişe edelim de beraber yaşamasak, ananı babanı ve eltinin oğlu süleymanı görmesem olmaz mı canım ciğerim?

4 Ocak 2012 Çarşamba

♣ işte bu muhteşem oldu!


yeniyıl partisi mi? pufffff o da ne? hongkong planımın yerle bir olmasının 1 dakika öncesine tekabül ediyor ki yılbaşında bangkokta olacağımı öğrendim. lüzumsuz kalabalık, 2 dakikalık lüzumsuz havai fişek gösterileri, lüzumsuz gece kulübü teraneleri ve uyumak... hııı hıııı parti bundan ibaret....tanımadığım bir avuç insan eşliğinde elbette...

ertesi gün hem yemek yiyelim hem de masaja falan gideriz diye tuttuk en yakın alışveriş merkezinin yolunu ve isetan'a girdik. yemekten sonra rutin bangkok çıkartmalarımda hep yaptığım gibi kitapçıya uğradım. birkaç ekip arkadaşım da peşimden. içlerinden biri starwars yağlıboya figür ve resimlerinin olduğunu şahane bir kitaba sudan ucuz bir mebla ödeyerek alırken ben de halime üzüldüm benim fanı olduğum bir şey neden yok diye ve işte o anın üzerinden çok geçmeden şu haberle çok mutlu oldum.

bilenler bilir nasıl bir fafi hayranı olduğumu. kimdir fafi? fransız bir ressam denebilse de gönlümde sokak sanatçısı, duvar ressamıdır. önceki prototipler pek hoşuma gitmese de fafinettelerinin hastasıyımdır ve fekkat; "gidip de bir adidastan ayakkabısını alayım" bir" mac ten pudrasını bulayım" dememiş" ah ulan fafi bi gelsende duvarımı boyasan"larla tüketmişimdir ümitlerimi.

5 dakika öncesinde aldığım bir haberle; nisan ayında hem fotoroman hem fafinette olaraktan kitaplığımın tahtına oturacak ve birtak adındaki kahramanın; paris opera balesine girme hevesi macerası "the carmine vault" uyla tacını takacaktır.

eeee daha ne olsun (^_________^)